ne aramıştınız?

19 Şubat 2019 Salı

Şirket demişken

Şirket demişken aslında başka şeylere bağlayacaktım ben konuyu. Bir önceki yazıda, sinemanın şirketlerden çektiğini kendi kişisel tarihimle özdeşleştirip, arada mantıksal bağ kuracaktım falan ama konu başka yerlere gitti. 

Her şeye şirketlerin karar vermesi, geri kalmış kalkınmamızın, sonradan görme kapitalist rejimimizin ve yer yer öğrenilmiş, yer yer dayatılmış çaresizliğimizin dramatik sonucu değilse ne?

Biz lisedeydik, okulun hemen karşısında mescid vardı. Bahçesi çevrili, öğrencilerinin çoğu yatılı olan, yurt ve okul binasının aynı bahçenin içinde olduğu bir okul. Bir gün müdür, sabah içtimasında yaptığı tebliğ ile öğle arasında bahçeden dışarıya çıkmayı yasakladı. Üst dönemlerden bir öğrenci abi söz aldı ve dedi ki “hocam biz öğle namazına ve cuma namazına gidiyoruz, o nedenle çıkmamız gerekiyor”. O zamanlar tabi henüz Laiklik tam anlaşılamamış. Sanıyorlar ki namaz kılana kıldırmazsam laik olurum. Bizim müdür de laik! Hayır dedi, siz Fen Lisesi öğrencisisiniz. Namazı yaşlanınca kılarsınız. Ciddi bir uğultu oldu, müdür laik laik bağırdı falan. Sonradan öğrendik ki asıl mevzu laiklik falan değilmiş. Okulun kantin ihalesini almış olan şişman abi müdüre gidip, “ben ihaleye bu kadar para verdim ama karşılığında, bana gelip para harcaması gereken öğrenciler, öğle yemeğine bile dışarıya çıkıyor, böyle iş olmaz” falan demiş. Şişman abinin rantını incitmemek için de müdür böyle bir yasaklama getirmiş. 
Çünkü biz kantinde para harcamak ve ihale şartnamesine yamuk yapmamak için okuldayız. Çünkü okul, kantin için yapılmış. Tabi ki onlar bizi düşünerek kantin ihalesi yapıp para alınca paranın karşılığını biz ödemezsek ayıp olur!

Üniversitede öğrenciyim, yemek için fiş alıp yemek yiyoruz. Üniversite idaresi ile yemekhane işletmesi arasında fiş satma konusunda bir anlaşmazlık olmuş, kartlı sisteme geçtiler. Yemek 1,5 lira. Biz öyle cebinden elli yüz çıkan öğrencilerden değildik, paramız varsa fiş alır yoksa arkadaştan elli kuruş alıp tamamlayıp yemek yerdik. Karta en az beş lira yükleniyor dediler. Kart makine sistemi değil, bildiğin bir memur makinenin tuşlarına basıp yüklüyor parayı. 
İdareyle konuştuk, paramız yokken yemek yiyemiyoruz dedik. Dediler ki sizin yemek paranızın yarısını devlet karşılıyor. Burda amcasına dayısına yemek ısmarlayanlar oluyormuş, şirket durumdan rahatsızmış, o nedenle böyle yapılacakmış. 

Çalıştığım hastanenin muhtelif yerlerine su sebili konuldu. Hastane kantincisi köpürdü! Kim koydurdu bunları? Kaldırtırım ben bunları! 
Sonra başhekimle konuştu, müdürle konuştu bir şeyler oldu ve sebiller uçtu. Aslında büyük ihtiyaçtı. Acile gelen ilaç içecek, su içmesi gereken her hasta kantinden iki liraya su alamıyor. Hastaneye gidiş geri dönüş falan için ayırdığı toplam bütçe, sadece yol için minibüse vereceği para kadar. Ne yapsın vatandaş? Ama tabi ki o vatandaş, kantin şirketinin karlılığını etkilememeli. Ayıp olur!

Hastanemizin yemekhanesi, yemekhane şirketinin talebi nedeniyle kart okutmalı oldu. Kimlik falan değil, bildiğin çipli birer kart verdiler, bu kartı okutursanız yemek yiyebilirsiniz dediler. Biz acil servisteyiz, yemekhaneye çıkamıyoruz. Yemek bize servis arabasıyla getiriliyor. Yemekhaneci abla dedi ki, siz kart okutmalıymışsınız yoksa size artık yemek bırakamayacağız. Peki kartı nerde okutacağız? Yukarda yemekhanede! Çünkü şirket, kime ne kadar yemek gittiğini başka türlü sayamıyormuş! 

Yıllardır şirket çıkarları nedeniyle alınan kararlara, yapılan uygulamalara, tedbirlere bakıyorum. Korkunç! Her konu esas amacından sapıp, hizmet satanların karsızlık kaygısını gidermeye odaklanıyor. Daha bir sürü örnek vardır! 



facebook hesabınla yorum yap


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

yorum yaz